16 Temmuz 2010 Cuma

Ülkeleri Tanıyalım-Almanya

Almanya










Coğrafi Verileri
Konum: Orta Avrupa, Baltik Denizi ve Kuzey Denizi kıyısında, Hollanda ile Polonya arasında, Danimarka'nın güneyinde yer almaktadır.
Coğrafi konumu: 51 00 Kuzey enlemi, 9 00 Doğu boylamı
Haritadaki konumu: Avrupa
Yüzölçümü: 357,022 km²
Sınırları: toplam: 3,621 km
Sınır komşuları: Avusturya 784 km, Belçika 167 km, Çek Cumhuriyeti 646 km, Danimarka 68 km, Fransa 451 km, Lüksemburg 138 km, Hollanda 577 km, Polonya 456 km, İsviçre 334 km
Sahil şeridi: 2,389 km
İklimi: Ilıman ve deniz iklimi; soğuk, bulutlu, rutubetli kışlar ve yazlar; zaman zaman ılık dağ rüzgarları eser.
Arazi yapısı: Kuzeyde alçak ovalar, orta kesimde yüksek araziler, güneyde Bavyera Alpleri yer alır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: Neuendorf b. Wilster: 3,54 m; en yüksek noktası: Zugspitze 2,963 m
Doğal kaynakları: Demir, kömür, potas, kereste, linyit, uranyum, bakır, doğal gaz, tuz, nikel, tarıma elverişli topraklar, inşaat malzemeleri, kereste
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: % 33.13
daimi ekinler: %0,6
diğer: %66.2 (2005 verileri)
Sulanan arazi: 4,850 km² (2003 verileri)
Doğal afetler: Su baskınlar

Nüfus Bilgileri

Nüfus: 82,329,758 (Temmuz 2009 verileri)
Nüfus artış oranı: %-0.053 (2009 verileri)
Mülteci oranı: 2.19 mülteci/1,000 nüfus (2009 tahmini)
Bebek ölüm oranı: 3.99 ölüm/1,000 doğan bebek (2009 tahmini)
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 79.26 yıl
erkeklerde: 76.26 yıl
kadınlarda: 82.42 yıl (2009 verileri)
Ortalama çocuk sayısı: 1.41 çocuk/1 kadın (2009 tahmini)
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.1 (2007 verileri)
HIV/AIDS - hastalığı olan insan sayısı: 53,000 (2007 verileri)
HIV/AIDS - hastalıklarından ölenlerin sayısı: 500 den az (2007 tahmini)
Ulus: Alman
Nüfusun etnik dağılımı: Alman %91.5, Türk %2.4, diğer %6.1 (Yunan, İtalyan, Polonyalı, Rus, Hırvat-Sırp, İspanyol)
Din: Protestan %34, Roma Katolikleri %34, Müslümanlar %3.7, diğer %28.3
Diller: Almanca
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri için veriler
toplam nüfusta: %99 (2003 verileri)

Yönetimi

Ülke adı: Resmi tam adı: Almanya Federal Cumhuriyeti
kısa şekli : Almanya
Yerel tam adı: Bundesrepublik Deutschland
yerel kısa şekli: Deutschland
eski adı: Alman İmparatorluğu
ingilizce: Germany
Yönetim biçimi: Federal Cumhuriyet
Başkent: Berlin
İdari bölümler: 16 eyalet; Baden-Württemberg, Bayern (Bavyera), Berlin, Brandenburg, Bremen, Hamburg, Hessen, Mecklenburg-Vorpommern, Niedersachsen (Aşağı Saksonya), Nordrhein-Westfalen (Kuzey Ren-Vestfalya), Rheinland-Pfalz, Saarland, Sachsen (Saksonya), Sachsen-Anhalt, Schleswig-Holstein, Thüringen
Bağımsızlık günü:
18 Ocak 1871
Milli bayram: Birleşme Günü, 3 Ekim (1990)
Anayasa: 23 Mayıs 1949
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: AfDB (Afrika Kalkınma Bankası), AsDB (Asya Kalkınma Bankası), AG (Avustralya Grubu), BDEAC, BIS (Uluslararası İmar Bankası), CBSS (Baltik Ülkeleri Konseyi), CCC (Gümrük İşbirliği Konseyi), CDB (Karayipler Kalkınma Bankası), CE (Avrupa Konseyi), CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Teşkilatı), EAPC (Avrupa - Atlantik Ortaklık Konseyi), EBRD (Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankası), ECE (Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu), EIB (Avrupa Yatırım Bankası), EMU (Avrupa Ekonomi ve Para Birliği), ESA (Avrupa Uzay Ajansı), Avrupa Birliği, FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G- 5, G- 7, G-10, IADB (Amerika Bölgesi Kalkınma Bankası), IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICC (Milletlerarası Ticaret Odası), ICFTU (Uluslararası Serbest Ticaret Birlikleri Konfederastonu), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği), IEA (Uluslararası Enerji Ajansı), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), IHO (Uluslararası Hidrografi Örgütü), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu), IMO (Uluslararası Denizcilik Örgütü), Inmarsat (Uluslararası Denizcilik Uydu Teşkilatı), Intelsat (Uluslararası Telekomünikasyon ve Uydu Örgütü), Interpol (Uluslararası Polis Teşkilatı), IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), IOM (Uluslararası Göçmen Teşkilatı), ISO (Uluslararası Standartlar Örgütü), ITU (Uluslararası Haberleşme Birliği), MONUC (BM Kongo Operasyonu), NAM, NATO (Kuzey Atlantik Asemblesi), NEA (Nükleer Enerji Kurulu), NSG, OAS (Amerika Devletleri Teşkilatı), OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü),OPCW, OSCE (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü), PCA (Daimi Hakemlik Mahkemesi), UN (Birleşmiş Milletler), UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı), UNESCO (Eğitim-Bilim ve Kültür Örgütü), UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği), UNIDO (Endüstriyel Kalkınma Örgütü), UNIKOM (BM Irak-Kuveyt Gözlem Misyonu), UNMIBH (BM Bosna Hersek Misyonu), UNMIK (BM Kosova Geçici Yönetimi), UNOMIG (BM Gürcistan Gözlem Misyonu), UPU (Dünya Posta Birliği), WADB (Batı Afrika Kalkınma Bankası), WEU (Batı Avrupa Konseyi), WHO (Dünya Sağlık Örgütü), WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı), WMO (Dünya Meteoroloji Örgütü), WToO (Dünya Turizm Örgütü), WTrO (Dünya Ticaret Örgütü), ZC

Ekonomik Göstergeler

Ekonomiye genel bakış: Almanya Federal Cumhuriyeti, Avrupa`nın önemli sanayi güçlerinden biridir. Sanayi kolları arasında, on kadar büyük kuruluşun elinde toplanmış olan demir-çelik üretiminin beslediği, gerek çalışan personel sayısı, gerek üretimin değeri bakımından son derece önemli olan makine yapımı başlıca yeri tutar: Dünya çapında ünlü Volswagen, Opel , Porsche, Mercedes, Audi, BMW vb. otomobilleri üreten otomobil yapımı; optik sanayisi ve duyarlı makineler sanayisi; gene dünyaca ünlü Siemens, AEG gibi şirketlerin ürettiği elektrikli ve elektronik araç gereçler yapımı. İkinci sırada Bayer, Hoechest ve Bosh şirketlerinin denetimi altında toplanmış olan kimya sanayisi yer alır. Sanayinin öbür dalları arasında besin sanayisi (özellikle bira ve şarap yapımı; şeker fabrikaları,vb), dokuma sanayisi sayılabilir. Ülkede üçüncü kesim, ticaret, bankacılık, sigorta şirketleri,vb., de çok büyük ölçüde gelişmiştir ve Almanya dış ticarette Avrupa`da birinci, dünyada ikinci sırada yer almaktadır. Ayrıca, çeşitli kentlerdeki uzmanlık fuarlarının desteklediği turizm, gün geçtikçe gelişmektedir. Uzun süreçte, Almanya, büyüyen nüfusuyla, düşük vergi gelirleri ve yüksek maaş giderleri yüzünden bütçe problemleriyle karşılaşmaktadır.
GSYİH: Satınalma Gücü paritesi - 2.925 trilyon $(2008 verileri)
GSYİH - reel büyüme: %1.3 (2008 verileri)
GSYİH - sektörel bileşimi: tarım:% 0.9
sanayi:% 30.1
hizmetler:% 69.1 (2008 tahmini)
Enflasyon oranı (tüketici fiyatlarında): % 2.7 (2008 tahmini)
İş gücü: 43.6 milyon (2008 verileri)
Sektörlere göre işgücü dağılımı: tarım: % 2.4
sanayi:% 29.7
hizmetler:% 67.8 (2005)
İşsizlik oranı: % 7.8 (2008 verileri)
Sanayi: Demir - çelik, kömür, çimento, kimyasallar, makine, araç, makine parçaları, elektronik, gıda ve meşrubat, gemi yapımı, tekstil
Sanayi üretimi büyüme oranı: %0.1 (2008)
Elektrik üretimi: 593.4 milyar kWh (2007)
Elektrik tüketimi: 547.3 milyar kWh (2007)
Elektrik ihracatı: 61.7 milyar kWh (2008)
Elektrik ithalatı: 41.67 milyar kWh (2008)
Tarım ürünleri: Patates, buğday, arpa, şeker pancarı, meyve, lahana, sığır, domuz, kümes hayvanları
İhracat: 1.498 trilyon $ (2008 verileri)
İhracat ürünleri: Makine, araçlar, kimyasallar, metaller, sanayi malları, gıda maddeleri, tekstil
İhracat ortakları: Fransa % 9.7, ABD % 7.1, İngiltere % 6.7, Hollanda % 6.6, İtalya % 6.4, Avusturya % 5.4, Belçika % 5.2, İspanya % 4.4, Polonya % 4 (2008)
Dış borç tutarı: 5.158 trilyon $ (2008 verileri)
İthalat: 1.232 trilyon $ (2008 verileri)
İthalat ürünleri: Makine, araçlar, kimyasallar, gıda maddeleri, tekstil, metaller
İthalat ortakları: Hollanda % 12.5, Fransa % 8.3, Belçika % 7.5, Çin % 6.2, İtalya % 5.7, İngiltere % 5.4, Avusturya % 4.3, Rusya % 4.2, ABD % 4.2 (2008)
Para birimi: Euro (EUR)
Para birimi kodu: EUR
Mali yıl: Takvim yılı

İletişim Bilgileri

Kullanılan telefon hatları: 51.5 milyon (2008)
Telefon kodu: 49
Radyo yayın istasyonları: AM 51, FM 787, kısa dalga 4 (1998)
Radyolar: 77.8 milyon (1997)
Televizyon yayını yapan istasyonlar: 373 (1995)
Televizyonlar: 51.4 milyon (1998)
Internet kısaltması: .de
Internet servis sağlayıcıları: 23.796 milyon (2009)
Internet kullanıcıları: 61.973 milyon (2008)

Ülkeleri Tanıyalım-Afganistan

AFGANİSTAN



Coğrafi Verileri

Konum: Güney Asya'da, Pakistan'ın kuzey batısında, İran'ın doğusunda yer almaktadır.
Coğrafi konumu: 33 00 Kuzey enlemi, 65 00 Doğu boylamı
Haritadaki konumu: Asya
Yüzölçümü: toplam: 652,230 km²; kara: 652,230 km²; su: 0 km²
Sınırları: toplam: 5,529 km
Sınır komşuları: kuzeydoğuda Çin 76 km, batıda İran 936 km, doğu ve güneyde Pakistan 2,430 km, kuzeyde Tacikistan 1,206 km, kuzeyde Türkmenistan 744 km, kuzeyde Özbekistan 137 km
Sahil şeridi: 0 km (kara ile çevrili)
Sahip olduğu denizler: yok (kara ile çevrili)
İklimi: Sert bir bozkır iklimi hakimdir; kışları soğuk, yazları sıcak geçer.
Arazi yapısı: Kuzeydoğu ve güneyde engebeli dağlık arazilere ve ovalara sahiptir. Kuzey doğusunu Hindu Kuş dağları kaplar. Ayrıca güneyde Süleyman, kuzeyde Bendi Türkistan dağları mevcuttur. Güney bati bölgeleri geniş çöllerle kaplıdır.
Deniz seviyesinden yüksekliği: en alçak noktası: Amu Darya 258 m; en yüksek noktası: Nowshak 7,485 m
Doğal kaynakları: doğal gaz, petrol, kömür, bakır, krom, kükürt, kurşun, çinko, demir, berilyum, yakut, tuz, kıymetli taşlar
Arazi kullanımı: tarıma uygun topraklar: %12.13
sürekli ekinler: %0.21
diğer: %87.66 (2005 verileri)
Sulanan arazi: 27.200 km² (2003 verileri)
Doğal afetler: Hindu Kuş dağları bölgesinde depremler; su baskınları; kuraklıklar
Akarsuları: En önemli akarsuyu Hilmend'dir. Amuderya, Kokça, Kunduz ve Kâbil adlı akarsuları bulunmaktadır. Bunların dışında küçüklü büyüklü çok sayıda akarsuyu mevcuttur.


Nüfus Bilgileri

Nüfus: 28.396 milyon (2009 Temmuz ayı tahmini)
Yaş yapısı: 0-14 yaşlarda: %44.6 (erkek 7,095,117/kadın 6,763,759)
15-64 yaşlarda: %52.9 (erkek 8,436,716/kadın 8,008,463)
65 yaş ve üzerinde: %2.4 (erkek 366,642/kadın 386,300) (2009 tahmini)
Nüfus artış oranı: %2.629 (2009 tahmini)
Mülteci sayısı: 21 mülteci/1,000 nüfus (2009 tahmini)
Cinsiyet oranı: doğumlarda: 1.05 erkek/kadın
15 yaş altı: 1.05 erkek/kadın
15-64 yaşlarında: 1.05 erkek/kadın
65 yaş ve üzeri: 0.93 erkek/kadın
toplam nüfusta: 1.05 erkek/kadın (2009 tahmini)
Bebek ölüm oranı: 151.95 ölüm/1,000 doğan bebek (2009 tahmini)
Ortalama hayat süresi: Toplam nüfus: 44.64 yıl
erkeklerde: 44.47 yıl
kadınlarda: 44.81 yıl (2009 tahmini)
Ortalama çocuk sayısı: 6.53 çocuk/1 kadın (2009 tahmini)
HIV/AIDS - hastalıklarına yakalanan yetişkin sayısı: %0.01(2001 verileri)
Ulus: Afgan
Nüfusun etnik dağılımı: Pestunlar %42, Tacikler %27, Hazaralar %9, küçük etnik unsurlar (Aymaklar, Türkmenler, Beluciler ve diğerleri) %13, Özbekler %9
Dinler: Sünni Müslümanlar %80, Şii Müslümanlar %19, diğerleri %1
Dil: Resmi dil Peştuca ve Afgan Farsçasıdır. Nüfusun %35 i Peştuca, %50 si Farsça (Dari), %11 i Özbekce ve Türkmence, %4 ü Belucice ve Pasice) ve diğer azınlıkların dillerinde konuşmaktadır.
Okur yazar oranı: 15 yaş ve üzeri bilgiler
toplam nüfus: %28.1
erkeklerin: %43.1
kadınların: %12.6 (2000 tahmini)

Yönetimi

Ülke adı: Resmi tam adı: Afganistan İslam Cumhuriyeti
kısa şekli : Afganistan
Yerel tam adı: Jomhuri-ye Eslami-ye Afghanestan
yerel kısa şekli: Afganestan
eski adı: Afganistan Cumhuriyeti
ingilizce: Islamic Republic of Afghanistan
Yönetim şekli: İslami Cumhuriyet
Başkent: Kabil
İdari bölümler: 34 il (vilayet); Badakhshan, Badghis, Baghlan, Balkh, Bamyan, Daykundi, Farah, Faryab, Ghazni, Ghor, Helmand, Herat, Jowzjan, Kabul, Kandahar, Kapisa, Khost, Kunar, Kunduz, Laghman, Logar, Nangarhar, Nimroz, Nuristan, Paktika, Paktiya, Panjshir, Parwan, Samangan, Sar-e Pul, Takhar, Uruzgan, Wardak, Zabul.
Bağımsızlık günü: 19 Ağustos 1919
Milli bayram: Kurtuluş günü, 19 Ağustos (1919)
Anayasa: 16 Ocak 2004
Hukuk sistemi: İslam hukuku
Üye olduğu uluslararası örgüt ve kuruluşlar: AsDB (Asya Kalkınma Bankası), CP, ECO (Ekonomik İşbirliği Örgütü), ESCAP (Asya ve Pasifikler Ekonomik ve Sosyal Komisyonu), FAO (Tarım ve Gıda Örgütü), G-77, IAEA (Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı), IBRD (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası), ICAO (Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü), ICRM (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi), IDA (Uluslararası Kalkınma Birliği), IDB (İslam Kalkınma Bankası), IFAD (Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu), IFC (Uluslararası Finansman Kurumu), IFRCS (Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Toplulukları Federasyonu), ILO (Uluslarası Çalışma Örgütü), IMF (Uluslararası Para Fonu),Intelsat, IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi), IOM (Uluslararası Göçmen Teşkilatı), ITU (Uluslararası Telekomünikasyon Birliği), NAM, OIC (İslam Konferansı Örgütü), OPCW (Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu), UN (Birleşmiş Milletler), UNCTAD (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı), UNESCO (Eğitim-Bilim ve Kültür Örgütü), UNIDO (Endüstriyel Kalkınma Örgütü), UPU (Dünya Posta Birliği), WFTU (Dünya İşçi Sendikaları Federasyonu), WHO (Dünya Sağlık Örgütü), WMO (Dünya Meteoroloji Örgütü), WToO (Dünya Turizm Örgütü)

Ekonomik Göstergeler

Ekonomiye genel bakış: Afganistan kara il çevrili bir ülkedir, ekonomisi tarıma ve hayvancılığa (koyun ve keçi yetiştirmeye) bağlıdır.
İş gücü: 15 milyon (2004 verileri)
Sektörlere göre işgücü dağılımı: tarım %31, sanayi %26, hizmet %43 (2008 verileri)
Sanayi: Küçük çapta tekstil, sabun, mobilya, ayakkabı, gübre, çimento; el yapımı halılar; doğal gaz, yağ, kömür, bakır işletmeleri.
Elektrik üretimi: 839 milyon kWh (2007 tahmini)
Elektrik tüketimi: 1.01 milyar kWh (2007 tahmini)
Elektrik ihracatı: 0 kWh (2008 tahmini)
Elektrik ithalatı: 230 milyon kWh (2007)
Tarım ve hayvancılık ürünleri: haşhaş, buğday, meyveler, fındık; yün, deri
İhracat tutarı: 327 milyon $ (2007 verileri)
İhracat ürünleri: haşhaş, meyve ve fındık, el örgüsü halılar, yün, pamuk, deri, değerli taş ve mücevherler.
İhracat ortakları: Hindistan % 20.5, Pakistan % 18.5, ABD % 17.2, Tacikistan % 13.3, Hollanda % 7.2 (2008)
İthalat tutarı: $4.85 milyar (2007 verileri)
İthalat ürünleri: Sermaye malları, gıda, tekstil, petrol ürünleri
İthalat ortakları: Pakistan 36.9 %, ABD % 9.5, Almanya % 7.7, Hindistan % 5.2 (2008)
Dış borç tutarı: 8 milyar $ (2004 verileri)
Para birimi: Afgani (AFA)
Para birimi kodu: AFA
Mali yıl: 21 Mart - 20 Mart

İletişim Bilgileri

Kullanılan telefon hatları: 460,000 (2008)
Telefon kodu: 93
Radyo yayın istasyonları: AM 21 (6 sı pasif durumda; Kabil radrosu aktif olanıdır), FM 23, kısa dalga 1 (diller Peştuca, Darice, Urduca ve İngilizce) (2008)
Radyolar: 167,000 (1999)
Televizyon yayını yapan istasyonlar: 7 (Kabil'in bir merkezi devlet televizyon istasyonu ve 34 ilde yayın yapan 6 bölgesel istasyon.) (2006)
Televizyonlar: 100,000 (1999)
Internet kısaltması: .af
Internet servis sağlayıcıları: 47 (2009 verileri)

Ulaşım ve Taşımacılık

Demiryolları: toplam: 24.6 km
Karayolları: toplam: 42,150 km
asfalt: 12,350 km
asfalt olmayan: 29,800 km (2006 tahmini)
Su yolları: 1,200 km (2008)
Boru hatları: gaz 466 km (2008)
Limanları: Kheyrabad, Shir Khan
Hava alanları: 51 (2009 tahmini)
Helikopter alanları: 11 (2009 tahmini)

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Sonsuz Talep -Simon Critchley


Sonsuz Talep
Bağlanma Etiği, Direniş Siyaseti
Simon Critchley
Çeviri: Tuncay Birkan
Metis Yayınları
Haziran 2010, 176 Sayfa, 13.50 TL

Simon Critchley Sonsuz Talep'te bir yandan içinde yaşadığımız kapitalist liberal demokrasi döneminde yoğun biçimde hissedilen siyasal hayal kırıklığının nedenlerini araştırırken, bir yandan da bu hayal kırıklığını ve doğurması muhtemel nihilist tepkileri, insanları sahiden motive etme gücü olan radikal bir siyasetle aşmanın yollarını analiz ediyor. Böyle bir siyaseti şekillendirebilecek bir bağlanma etiğinin ve bu etiğin taşıyıcısı olacak özne kavrayışının anahatlarını Kant, Marx, Levinas, Badiou, Rancière ve Lacan gibi düşünürlerin metinleriyle özgün bir biçimde hesaplaşarak çiziyor.

Kitabının hedefini şöyle açıklıyor Critchley: "Fena halde adaletsiz bir dünyada adalet ne olabilir? Bir etik ihtiyacını ya da ... günümüzdeki siyasal durumla yüzleşmemizi ve onu bertaraf etmemizi sağlayabilecek normatif ilkelere duyulan ihtiyacı doğuran da bu soru işte. Bu kitabın kendine verdiği başlıca görev, bu ihtiyaca, sonsuzca talepkâr bir bağlanma etiğinin ve direniş siyasetinin yolunu açacak bir etik deneyim ve öznelik teorisi sunarak cevap vermektir."

Critchley bu kitabında çok az felsefecinin yapabildiği bir şeyi yapıyor, felsefeyi içinde yaşadığımız dünyanın somut meseleleriyle ve bu meseleler etrafında verilen somut mücadelelerle ilişkilendiriyor: Marx'la ve Marksizm geleneğiyle olduğu kadar yeni alternatif küreselleşme hareketlerinde cisimleşen anarşizm anlayışıyla da verimli bir diyaloğa giriyor.

The Adjustment Bureau

The Adjustment Bureau

Philip K. Dick’in 'Adjustment Team' adlı kısa öyküsünden uyarlanan filmde, birbirlerini seven bir politikacı ve bir balerinin, bir araya gelmelerini engellemeye çalışan gizemli güçlere karşı verdiği mücadele konu ediliyor.

Son Ültimatom filminin senaryosunda imzası olan George Nolfi'nin ilk yönetmenlik denemesi.


Yöneten: George Nolfi
Yazan: George Nolfi (Philip K. Dick’in hikayesinden)
Oynayanlar: Matt Damon, Emily Blunt, John Slattery, Daniel Dae Kim, Liam Ferguson






Scary Movie 5 – Korkunç Bir Film 5

Film Türü : Komedi / Korku

Film Oyuncuları :
Marlon Wayans
Anna Faris
Regina Hall
Simon Rex
Leslie Nielsen
Tony Cox
Donna Harrison
Sophie Monk
Alyson Michalka
Hulk Hogan
Film Yönetmeni : David Zucker
Film Yapımcısı : David Zucker
Film Süresi : 1 saat, 35 dk.

Serinin beşinci filminde tepeni gözleri, amerikan büyüsü, telefondaki yabancı, da vinci şifresi gibi filmler …

“Scary Movie” çetesi tarafından hazırlanan “Scary Movie 4″ “Korkunç Bir Film 4″, “War of the Worlds” “Dünyalar Savaşı”, “The Grudge” “Garez”, “The Village” “Köy”, “Saw” “Testere”, “Saw II” “Testere 2″, “Milllion Dollar Baby” “Milyonluk Bebek” gibi en popüler filmlere göndermeler yaparak izleyecilerini kahkaha tufanına boğuyor.

Özellikle korku filmlerini tiye alan serinin yeni halkasında Cindy ve arkadaşlarının başına birbirinden enteresan olaylar geliyor. Önce gizemli video kasetler geçiyor ellerine, daha sonra ise arazilerinde garip şekiller belirmeye başlıyor. Birbiriyle bağlantılı gibi gözüken olayları araştırmaya başladıklarında sihir ve fantezi dolu bir dünyaya adım atıyorlar
hollywood filmlerinin tiye alındığı bir film. filmleri izlemeye alıştığımız şeklinden dah komik göreceğimiz filmde 6. his ve çığlık filmlerinden alıntılar yapıyor.

scary movie (korkunç bir film) 5 (fragman) | izlesene.com

Saç Dökülmesinin Başlıca Nedenleri

Uzmanlar, günde 50-100 adet saç telinin dökülmesini normal sınırlar içerisinde kabul ederken, eğer aşırı miktarda saç kaybı ve saçlarda gözle görülen incelme oluşursa, en kısa zamanda doktora başvurulması gerektiğini bildiriyor. Tüm toplumlarda saçlarla saç şekillerinin sosyal ve kültürel bir önemi vardır. Saç dökülmesiyle karşılaşan bir kişi, kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlayarak, bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvurabilir. Ancak, saç dökülmesinin nedeni bulunmadan doğru bir tedavi şekli uygulanamaz. Bu nedenle aşırı saç dökülmesi, saç köklerinde zayıflık ve saç tellerinde incelme şikayetleri bulunanların, deri hastalıkları uzman hekimlerine başvurmaları gerekir. Uzmanların verdikleri bilgiye göre, Sağlıklı bir insanda saçların yaklaşık yüzde 90´ı sürekli uzama halindedir. Bu büyüme evresi 2-6 yıl kadar sürebilir. Geriye kalan yüzde 10´luk kısım ise, 2-3 ay kadar süren dinlenme evresinde bekler. Bu dinlenme evresi sonucunda saçlar dökülür, dökülen saç köklerinden yeni saçlar büyümeye başlar ve döngü bu şekilde devam eder. Saç dökülmelerinin çoğu da işte bu normal saç büyüme döngüsünden kaynaklanır. Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesi ise normal sınırlar içerisinde kabul edilir. Saç dökülmesinin nedenlerini bilmek hem bilinçli davranarak baştan bazı tedbirler almanızı sağlayacak, hem de bir sorun yaşadığınızda doğru tedavi şekli konusunda sizi yönlendirecektir. İşte sizi bu önemli sorundan kurtaracak saç dökülmesinin başlıca nedenleri. Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı: Uzmanlara göre; boya, renk açma, düzleştirme veya perma gibi yöntemler, uygun koşullarda yapılmazsa saça zarar verebiliyor. Bu yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçı zayıflatıp kırılmasına neden olabiliyor. Saçı çeken atkuyruğu, örgü, sıkı lastiklerle toplama gibi saç şekillerinin de sıklıkla uygulanmaması gerekiyor. Çünkü saç diplerine etki eden sabit çekme kuvveti saç kaybına neden olabiliyor. Sık sık yıkamak, taramak ve fırçalamak ise saçı kırabiliyor. "FIRÇA YERİNE GENİŞ AĞIZLI VE DÜZ UÇLU TARAKLAR KULLANILMALI" Şampuandan so
nra krem kullanmak saç taranmasını kolaylaştırıyor. Islakken daha kırılgan olduğu için, saçı havlu ile ovalayarak kurutmaya çalışmaktan kaçınmak gerekiyor. Uzmanlar, fırça yerine geniş ağızlı ve düz uçlu tarakların tercih edilmesi gerektiğini bildiriyor. Ailesel saç kaybı: Saç dökülmelerinin en sık rastlanan sebebinin kalıtsal özellik olduğunu bildiren uzmanlar, bu kalıtıma sahip olan kadınlarda saçlarda azalma görüldüğünü, ancak kellik oluşmadığını belirtiyor. Bu duruma ´´erkek tipi kellik´´ deniyor ve 10-20-30´lu yaşlarda başlayabiliyor. Son zamanlarda yeni tıbbi tedavi seçenekleri sunulmasına rağmen kalıcı bir düzelme sağlamanın saç transplantasyonu dışında henüz mümkün olmadığını ifade eden uzmanlar, hasta için uygun olacak yöntemin doktor tarafından seçilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Alopesi areata: Bu tip saç kayıplarında düzgün yüzeyli, para büyüklüğünde veya daha geniş yuvarlak yama tarzı alanlar oluşuyor. Nadiren tüm saç ve vücut kıllarında kayıp oluşabiliyor. Her yaşta görülebilen bu tip saç dökülmesini yapan neden bilinmemekle birlikte, birçok hastada saçlar daha sonra kendiliğinden büyüyor. Doğum sonrası: Gebe bayanlarda saçların büyük bir kısmının büyüme halinde olduğunu ifade eden uzmanlar, doğum sonrasında saçların, saç büyüme döngüsünün dinlenme fazına geçtiklerini, 2-3 ay içerisinde aşırı miktarda döküldüklerini, bu sürecin 1-6 ay kadar sürebildiğini ve çoğunlukla yeniden büyüyerek eski miktarlarına ulaştıklarını bildiriyor. Yüksek ateş, ağır enfeksiyon ve soğuk algınlığı: Hastalıkların, saçların dinlenme evresine girmesine neden olabildiğini belirten uzmanlar, yüksek ateş ve ağır bir hastalıktan 4 hafta ila 3 ay sonra yoğun bir saç kaybı gelişebileceğini, ancak zamanla saçların eski halini alacağını bildiriyor. Tiroid hastalıkları: Fazla veya az çalışan tiroid bezinin saç kaybına neden olabildiğini belirten uzmanlar, hastalığın tedavisiyle saç kayıplarının da giderilebileceğini bildiriyor. Eksik Protein içerikli beslenme: Proteinden fakir Diyetler yapan veya anormal beslenme alışkanlığına sahip kimselerde protein eksikliği oluşuyor ve vücut proteini muhafaza etmek için saçları dinlenme evresine sokuyor. Bundan 2-3 ay sonra da yoğun bir saç kaybı oluşuyor. Uzmanlar, bu durumun yeterli miktarda protein alınımıyla düzelebileceğini belirtiyor. MANTAR HASTALIĞI ÇOCUKLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR İlaçlar: Uzmanlara göre, bazı ilaçlar geçici bir süre saç dökülmesine neden olabiliyor. Kanser tedavileri: Bazı Kanser tedavilerinin saç hücrelerinin bölünmesini durdurabildiğini belirten uzmanlar, hastaların saçlarının yüzde 90´ını kaybedebileceklerini, ancak terapi sona erdikten sonra saçların tekrar büyüme göstereceklerini ve eski hallerine döneceklerini bildiriyor. Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapı kullanan bir bayanda saç dökülmesinin ancak kalıtsal yatkınlıkla oluşabileceğine işaret eden uzmanlar, dökülme gerçekleşirse hapların doktor kontrolünde değiştirilmeleri gerektiğini belirtiyor. Demir eksikliği: Demir eksikliğinin de saç dökülmesine neden olduğuna işaret eden uzmanlar, bazı kişilerin demiri besinsel olarak eksik aldıklarını, bazılarında ise demirin bağırsaklardan emiliminin yetersiz olduğunu belirtiyor. Bayanlarda adet kanamaları nedeniyle demir eksikliğinin daha sık görüldüğünü bildiren uzmanlar, bu durumun mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyor. Büyük cerrahi girişimler ve kronik hastalıklar: Büyük cerrahi operasyon geçiren hastaların 1-3 ay içinde aşırı bir Saç Dökülmesifark edebileceklerini belirten uzmanlar, bu durumun birkaç ay içinde geçebileceğini, ağır kronik hastalığı olan kişilerde ise saç kaybının ömür boyu devam edeceğini bildiriyor. Mantar hastalıkları: Küçük yamalar halinde kabuklanmalarla başlayıp yayılabilen, saçlarda kırılma, saçlı deride kızarıklık ve şişlik, hatta sızıntıya neden olabilen mantar hastalığının çocuklarda daha sık görüldüğünü belirten uzmanlar, hastalığın mutlaka ilaçla tedavi edilmesi gerektiğini bildiriyor. Saç koparma hastalığı (Trikotilomani): Çocuklar ve bazen erişkinler, saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebiliyor ve bunu bir alışkanlık haline getiriyor. Uzmanlar, böyle durumlarda psikolojik yardım alınmasını öneriyor.

Hipertansiyon nedir

Kan dolaşımının sağlanması için bir basınç gereklidir. Bu basıncın normalden fazla olmasına hipertansiyon denir. Hipertansiyon için kullanılan diğer bir isim ise YÜKSEK TANSİYON´dur. Kan basıncı ölçülürken 2 kan basıncı değerine bakılır; Büyük tansiyon (sistolik kan basıncı) ve Küçük tansiyon (diyastolik kan basıncı). Kalbin kasılması sırasında ölçülen kan basıncı, büyük tansiyon, kalbin gevşemesi esnasında ölçülen kan basıncı ise küçük tansiyondur. Hem büyük tansiyon hem de küçük tansiyonun normalden fazla olması HİPERTANSİYON´dur. Hipertansiyon tanısı için büyük ve küçük tansiyondan birisinin normalden yüksek olması yeterlidir. Gerek büyük tansiyon gerekse de küçük tansiyonun normalden yüksek olması önemlidir. Bu konu unutulmamalıdır. Bazı hastalar küçük tansiyondaki yüksekliği önemsememektedir; bu çok yanlıştır. Hipertansiyon çok yaygın bir hastalıktır. Hipertansiyon kalıcı sakatlık ve ölüm nedeni olan toplumsal bir sorundur. Hastaların azımsanmayacak bir kısmının kan basıncı yüksekliğinin farkında olmaması, hipertansiyonun önemini artırmaktadır. Toplumdaki 5-6 erişkinden birinde kan basıncı yüksekliği vardır. Hipertansiyon değişik böbrek, kalp, damar hastalıklarına, felçlere ve görme kaybına yol açabilir. Tuz tüketiminin fazla olduğu toplumlarda, kan basıncı yüksekliğine daha sık rastlanır. Belirtiler Hipertansiyonun başlıca belirtileri baş ağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, yorgunluk, burun kanaması, yol yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, gece uyurken uykudan kalkıp idrar yapma ve bacaklarda şişliktir. Kan basıncının çok yükseldiği durumlarda, çift görme, dilde peltekleşme, yüzde veya vücutta karıncalanma olabilir. Bu belirtilerin hiçbirisi hipertansiyona özgü değildir, başka hastalıklarda da izlenebilir. Ancak hastaların önemli bir kısmında hiçbir belirti yoktur. Bu hastalarda hipertansiyon tanısı, sadece kan basıncı ölçümü ile mümkündür. Bu nedenle hipertansif olmasa bile tüm hastalar, yılda en az 1-2 kez kan basıncını ölçtürmelidir. Kan basıncı ölçümü Kan basıncı pratikte sfigmomanometre diye isimlendirilen tansiyon aleti ile ölçülmektedir, en yaygın 2 tip; civalı ve aneroit manometrelerdir. Genel olarak, civalı manometrelerin aneroit manometrelere göre bakımı, daha kolay ve hassasiyeti daha fazladır. Aneroit manometreler daha pratiktir ve kırılma tehlikesi yoktur. Piyasada klasik civalı veya aneroit manometrelerden farklı olarak çok sayıda otomatik ve yarı otomatik sfigmomanometreler satılmaktadır. Genel olarak, bu cihazların çoğu, standart civalı manometrelerden daha pahalı olmalarına karşın onlar kadar hassas değildir. Parmak ucundan kan basıncı ölçen cihazların daha az hassas olduğu unutulmamalıdır. Sağlıklı bir kan basıncı ölçümü yapılabilmesi için aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir: 1. Hasta, kan basıncı ölçümünden yarım saat önce egzersizden kaçınmalı, birşey yememeli, kafein almamalı ve sigara içmemelidir. Hasta en az 5 dakika istirahat etmelidir. 2. Basıncın ölçüldüğü kol, dördüncü interkostal aralığın (kaburgalar arası aralık) sternum (göğsün önünün ortasındaki kemik) ile birleştiği yerde yatay olarak aynı düzlemde bulunmalıdır ve kasılmayı engellemek için kol desteklenmelidir. 3. Koldan tüm giysiler çıkarılmalıdır. 4. Brakiyel arter (kol ön yüzünde ve dirseğin 2-3 cm yukarısındaki atardamar) elle hissedilmeli ve manşon süratle nabzın kaybolma noktasının 30 mm Hg üzerine kadar şişirilmeli ve daha sonra yavaşça boşaltılmalıdır (Her kalp atımında veya saniyede 2-3 mm Hg hızla). 5. Steteskop brakiyel arterin üzerine yerleştirilmelidir. Steteskop sıkıca ve dengeli bir biçimde tutulmalı fakat aşırı basınç uygulanmamalıdır. 6. Basınçlar en yakın 2 mm Hg´ya göre kaydedilmelidir. Hem büyük hem küçük tansiyon kaydedilmelidir. Örneğin; 146 / 88 mm Hg gibi. 7. İlk ölçümde hipertansiyon tanısı koymaktan kaçınılmalıdır. Sistolik kan basıncı, gün boyunca 100 mm Hg´ya kadar değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle hipertansiyon tanısı koymadan veya tedaviye başlamadan önce, değişik zamanlarda en az 2 kez daha ölçülmelidir. Pratikte tanı veya tedavi ile ilgili kesin yargıya varmadan önce, kan basıncı, haftalar hatta aylar süren dönemlerde, tekrar tekrar ölçülmektedir. Ancak ilk ölçülen kan basıncı değeri, 210 / 120 mm Hg´dan fazla ise hipertansiyon kabul edilmelidir. 8. Pratikte, sağ veya sol koldan kan basıncı ölçülmesi önem taşımaz ancak kan basıncı ilk muayenede her iki koldan da değerlendirilmelidir. Tekrarlayan üç ölçümde, eğer sistolik/diyastolik kan basıncında 20 / 10 mm Hg´dan fazla farklılık olursa, eş zamanlı ölçüm yapılmalıdır. Tanım ve sınıflandırma Hipertansiyonun tanımı ve sınıflandırması; ülke, zaman veya araştırmacıya göre değişiklik göstermektedir. Genel olarak, sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) 14 cm Hg (140 mm Hg) ve diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) 9 cm Hg´dan (90 mm Hg) yüksek olması hipertansiyon olarak kabul edilir. Daha önce mevcut olan hafif-orta hipertansiyon gibi tanımlar, hipertansiyonun yol açtığı hedef organ hasarı riskini saptamada yetersiz kaldığı için yeni bir hipertansiyon tanım ve sınıflandırması yapılmıştır. Hipertansiyonun tanım ve sınıflandırılması yapılırken günümüzde risk faktörleri de değerlendirilmelidir. Nedenleri Hipertansiyonun nedeni, % 90-95 hastada bilinmemektedir (primer hipertansiyon, esansiyel hipertansiyon) yani bilinen bir hastalığa bağlı değildir. Yüzde 5-10 hastada ise hipertansiyon başka bir hastalığa bağlıdır (sekonder hipertansiyon). Hipertansiyona yol açan hastalıkların önemli kısmı böbrek kaynaklıdır. Endokrin (hormonal) sebepler ise önemli diğer bir grubu oluşturmaktadır. Bu hastalıkların önemli bir kısmının tedavi edilebilir nitelikte olması, hastalıkların tedavisi ile de hipertansiyonun kalıcı tedavisinin mümkün olması her hastanın sekonder hipertansiyon açısından değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Hipertansiyon gelişiminde tuzun ve böbreklerin önemi Hipertansiyon gelişiminde, tuzun çok büyük önemi vardır. Bazı insanlarda, böbreğin tuz (NaCl) atma kapasitesi sınırlı olabilir ve gereğinden fazla tuz alınması, hipertansiyonun ortaya çıkmasına veya hipertansiyonun tedavisinde başarısızlığa yol açabilir. Gerek hayvan deneyleri gerekse insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, hipertansiyon gelişiminde, tuzun rolünün olduğunu ispatlamıştır. Böbreklerin hipertansiyon gelişimindeki rolü çok önemlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, % 5 olasılıkla bir böbrek hastalığı vardır. Bu nedenle, tüm hipertansif hastalar böbrek hastalıkları yönünden incelenmelidir. Bu amaçla, basit bir idrar incelemesi bile çoğu zaman yeterlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, böbrek hastalığının saptanması, böbrek hastalığının erken tanısına ve tedavisine de olanak sağlar. Zaten böbrek hastalığına bağlı bir hipertansiyon söz konusu ise, böbrek hastalığı tedavi edilmeden hipertansiyonun kontrol altına alınması çok zordur. Bazı durumlarda, hipertansiyon da böbrek hastalığına yol açabilir; "hipertansiyon mu önce olmuştur böbrek hastalığı mı önce olmuştur" bunu ayırmak zor olabilir. Bu durum, aynen "tavuk mu önce olmuştur yumurta mı önce olmuştur" ayırımı gibi karmaşık bir hal alabilir. Hipertansiyonun vücuda verdiği zararlar İnsan vücudunda, tüm organ ve dokuları besleyen damarlar bulunur. Hipertansiyon, kan damarlarında basıncın artması durumudur. Evimizdeki musluklara suyu taşıyan su borularındaki gibi bir basınç, tüm damarlarda mevcuttur. Nasıl su borularında basınç artışı, tıkanma ve patlamalara yol açarsa, hipertansiyon da damarlarda patlamalara ve tıkanmalara yol açar. Tüm organ ve dokularda damar olduğu için hipertansiyon tüm vücudu etkileyebilir. Hipertansiyondan en çok etkilenen organlar; kalp, beyin, böbrekler, büyük atardamarlar ve gözlerdir. Hipertansiyon bu organları etkileyerek kalıcı sakatlıklara ve ölümlere yol açabilir. Hipertansiyonun vücuda verdiği başlıca zararlar, aşağıda özetlenmiştir: 1. kalp yetmezliği, kalp büyümesi, kalbi besleyen damarlarda daralma (koroner arter darlığı), kalbi besleyen damarlarda tıkanma (kalp krizi) 2. Beyin kanaması, felç, beyin damarlarında daralma ve tıkanma 3. Böbrek yetmezliği, böbrek fonksiyonlarında bozulma 4. Görme azalması ve körlük 5. Büyük atardamarlarda genişle
me, bu genişlemelerin yırtılması, bu damarlarda tıkanma. Bunların sonucu, kangren veya ani kanamalara bağlı ölüm gelişir. Hipertansiyonun vücuda verdiği bu zararlar, hastaların moralini bozmamalıdır. Hipertansiyon tedavi edilebilir bir hastalıktır ve yeterli tedavi ile bu zararlar minimuma indirilebilir. Hipertansiyon zamanında teşhis edilip, uygun şekilde tedavi edilirse, yukarıda sayılan hastalıklar ve bunlara bağlı ölümler önlenebilir. Hipertansif hasta nasıl değerlendirilmelidir Hipertansiyon tanısı almış bir hasta değerlendirilirken 3 konuya dikkat edilmelidir. 1. Hipertansiyon yaratan başka bir hastalık (böbrek hastalığı, hormonal hastalık...) olup olmadığı yani sekonder bir hipertansiyon araştırılmalıdır: Hastaların % 10´undan azında hipertansiyona yol açan, % 5´inden azında ise düzeltilebilecek bir hastalık saptanabilir. 2. Hipertansiyonun vücuda vermiş olduğu hasar ve eşlik eden diğer hastalıklar saptanmalıdır. Bu saptama, hem hastanın geleceğinin belirlenmesinde hem de tedavi seçiminde yardımcı olur. 3. Diğer kardiyovasküler risk faktörleri incelenmelidir: Hipertansiyon, kardiyovasküler ölüm ve sakatlıklara yol açan bir kardiyovasküler risk faktörüdür, bu nedenle diğer kardiyovasküler risk faktörleri incelenmeli ve mümkünse düzeltilmelidir. Hipertansif hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Hipertansif hastalarda, hipertansiyon dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Günümüzde, hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasında da, kardiyovasküler risk faktörlerinin önemi giderek artmaktadır. Hipertansiyon, her yaş, cins, ırk için önemli bir kardiyovasküler risk faktörüdür ve hem sistolik hem diyastolik hipertansiyonun şiddeti arttıkça kardiyovasküler risk artmaktadır. Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır. Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Diyabetes mellitus (şeker hastalığı) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrıca diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır. Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye´deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazık ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranın bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir. Tedavi Hipertansiyon tedavisinde temel amaç, hedef organ hasarını önleyerek sakatlık ve ölümleri azaltmaktır. Öncelikle mevcut olan diğer kardiyovasküler risk faktörleri ve hedef organ hasarları tedavi edilmelidir. Sekonder hipertansiyon olan hastalarda yani hipertansiyonu başka bir hastalığa bağlı olan hastalarda hipertansiyona yol açan hastalık tedavi edilmelidir. Hipertansiyonun nedeni saptanamaz ise kan basıncı, hastaların yaşam düzeni değiştirilerek veya ilaçla düşürülmelidir. Hastalarda yaşam düzeninin değiştirilmesi (ilaçsız tedavi) kesinlikle ihmal edilmemelidir. Hipertansiyon tedavisi planlanırken tartışılan iki konu şunlardır: 1. Hangi kan basıncı değerlerinde antihipertansif ilaç başlanmalıdır. Kan basıncı sistolik (büyük) 160 mm Hg veya diyastolik (küçük) 100 mm Hg´nın üzerinde ise antihipertansif tedaviye hemen başlanmalıdır. Üzerinde tartışılan değerler, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg´dır. Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe, kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Birleşik Ulusal Komite´nin (Joint National Committee, JNC) 6. raporu ve Dünya Sağlık Örgütü´nün ( World Health Organization) bu konudaki görüşleri farklı olmakla birlikte birbirine benzer. Genel eğilim, hastada başka kardiyovasküler risk faktörleri varsa, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg değerlerinde de ilaç tedavisine başlamaktır. 2. Antihipertansif tedavi ile kan basıncı hangi sınırlara düşürülmelidir Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Belli bir diyastolik kan basıncı değerine ulaşıldıktan sonra, kan basıncının daha da düşürülmesi, kardiyovasküler hastalık riskini arttırmaktadır. Günümüzdeki bilgilerle, kan basıncının çok düşürülmesi sakıncalı olabilir. Bu konuda doktor karar vermelidir. Birleşik Ulusal Komite´nin 6. raporuna göre, kan basıncı, kesinlikle 140/90 mm Hg´nın altına düşürülmelidir. Kan basıncı, 140/85 mm Hg´ya indirilebilir ancak daha fazla düşürülmesinin yararı belirsizdir. Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre ise kan basıncı, yaşlılarda 140/90 mm Hg´nın altına, gençlerde ise 120-130/80 mm Hg´ya indirilmelidir. Diyabetik hastalarda (şeker hastalarında), kan basıncı 130/85 mm Hg´nın altına indirilmelidir. Böbrek hastalığı olan hastalarda, kan basıncı daha da aşağı değerlere düşürülmelidir. Bu değerler konusunda, hastaların doktorlarına başvurmaları gereklidir. İlaçsız tedavi yani yaşam düzeninin değiştirilmesi, kan basıncı yüksekliğini kontrol etmenin yanısıra hipertansiyonunun önlenmesinde de yararlıdır. Hastalar, ilaçsız tedaviyi kesinlikle ihmal etmemelidir. Şişmanlık, şeker hastalığı veya kanında yağı yüksek (hiperlipidemi) olan hastalarda, yaşam düzeninin değiştirilmesinin önemi daha da artar. Yaşam düzeninin değiştirilmesi, hipertansiyonu tek başına kontrol edebileceği gibi ilaç gereken durumlarda, ilaç dozunun azaltılmasına da olanak sağlar. Diyetle tuz alınımının günde 100 mmol´ün (6 gram NaCl [tuz]) altına düşürülmesinin kan basıncını düşürdüğü, birçok çalışmada gösterilmiştir. Yaşlı, diyabetik (şeker hastaları) veya hipertansif hastalarda, diyette tuz kısıtlamasının kan basıncını düşürücü etkisi, daha belirgindir. Diyetle tuz kısıtlaması, kan basıncı kontrolünü kolaylaştırır, antihipertansif ilaç ihtiyacını azaltır ve kalp büyümesini geriletebilir. Diyette tuz kısıtlaması yapmak için gerekenler tuzsuz ekmek kullanılması, yemek pişirilirken tuz atılmaması, sofraya konulmuş yemeklere, tadına bile bakmadan tuz atma alışkanlığının terkedilmesi ve gıda seçiminde gıdaların tuz içeriğine bakılmasıdır. Doktora danışmadan yapay tuz kullanmak zararlı olabilir. Bunun 2 nedeni vardır; 1. Yapay tuzlarda, sınırlı da olsa tuz bulunabilir. 2. Bazı antihipertansif ilaçlarla yapay tuzların birlikte kullanılması, sakıncalı olabilir. Şişman hastalar mutlaka zayıflatılmalı ve ideal kiloya getirilmelidir. 4-5 kilo kaybı bile kan basıncı kontrolünü kolaylaştırabilir. Şişman hastalar en az 10 kg zayıflatılmalıdır. Kilonun kontrol altına alınması, yağ metabolizması bozuklukları veya diyabetes mellitus (şeker hastalığı) gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerin de kontrol edilmesini kolaylaştırır. Düzenli aerobik egzersiz (yürüme, koşma, yüzme, bisiklete binme vb.) kilo kaybını hızlandırır, kan basıncı kontrolunu kolaylaştırır, kardiyovasküler riski ve mortaliteyi azaltır. Ağırlık kaldırma, vücut geliştirme gibi izotonik egzersizlerden kaçınılmalıdır. Egzersiz sıklığı haftada en az 3 kez, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süreli olmalıdır. Egzersizin 2 hafta bırakılması, olumlu etkisini ortadan kaldırır. Kalp hastalığı gibi sorunları olanlar egzersiz programına başlamadan önce, doktor kontrolünden geçmelidirler. Hastalar araba kullanmaktansa toplu taşım araçlarını kullanmalı, kısa mesafelerde yürüyüş yapmalı, asansöre binmektense yürümelidir. Günlük yaşantıda, fiziksel aktivite arttırılmalıdır. Sigara kesinlikle bırakılmalıdır. Her sigara, kan basıncını anlamlı derecede yükseltir. Sigara, antihipertansif tedavi ile sağlanan kardiyovasküler risk korunmasını da azaltır. Sigara ayrıca koroner arter hastalığı, inme (felç), subaraknoid kanama (beyin kanaması), kanser, ani ölüm ve akciğer hastalığı riskini arttırır. Sigaranın bırakılmasının kan basıncının düşürülmesine uzun sürede net bir etkisi yoktur ancak sigara diğer kardiyovasküler riskleri de etkiler. Sigaranın bırakılmasını takiben kilo alınmamasına dikkat edilmelidir. Hastasına sigara içmemesini söyleyen doktorun inandırıcı olabilmesi için kendisinin de sigara içmemesi gerekir. Türkiye´de ne yazık ki sigara içen doktor sayısı çok fazladır. Ancak her hasta kendisinden sorumlu olduğunu unutmamalıdır. Alkol tüketimi sınırlandırılmalıdır. Günde 30 ml ethanolden daha az alkol tüketilmelidir. 720 ml bira, 300 ml şarap, 60 ml 100 derece viski ve 60 ml rakıda 30 ml ethanol bulunur. Zayıf insanlarda ve kadınlarda, ethanol alımı, günde 15 ml ile sınırlandırılmalıdır. Uygun miktarda alınan alkolün, koroner arter hastalığı üzerine olumlu etkileri vardır. Aşırı alkol tüketimi kesinlikle engellenmelidir. İlaçsız tedavinin yeterli kan basıncı kontrolü sağlamadığı hastalarda, ilaçla tedaviye başlanmalıdır. Kan basıncı, sistolik (büyük) 160 mm Hg veya diyastolik (küçük) 100 mm Hg´nın üzerinde ise antihipertansif tedaviye hemen başlanmalıdır. Genel eğilim, hastada başka kardiyovasküler risk faktörleri varsa, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg değerlerinde de ilaç tedavisine başlamaktır. Kan basıncı yüksekliğine birçok mekanizma yol açar. Bu nedenle, etki mekanizmaları değişik olan çok sayıda ilaç geliştirilmiştir. Bu ilaçlardan birçoğu, geçmişte yaygın olarak kullanılmasına karşın günümüzde, artık kullanılmamaktadır. Günümüzde kullanılan ilaçlarla kan basıncını kontrol altına almak hastaların neredeyse tamamında mümkündür. Birçok hasta veya hasta yakını ülkemizdeki ilaçları yeterli bulmayıp yurt dışından ilaç getirmektedir veya yurt dışında yaşayan yakınları bu ilaçlar daha etkili diye hastalarımıza göndermektedir. Ülkemizde bulunan ilaçlar, çok az sayıda hasta dışında yeterlidir. Bu nedenle hastaların önemli kısmında yurt dışından ilaç getirmeye gerek yoktur. İlaç seçiminde, 30-40 yıl önce geçerli olan basamak tedavisinde kullanılan ilaçların bir kısmı günümüzde kullanılmamaktadır; bu nedenle ve yeni ilaçların geliştirilmesi ile günümüzde basamak tedavisi terkedilmiştir. Günümüzde, hastanın hedef organ hasarını, yaşam kalitesini, eşlik eden hastalıkları ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerini dikkate alan ve tedavinin bu veriler altında planlanmasını öngören bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımına geçilmiştir. İlaç tedavisinde önemli noktalardan bir tanesi, tedavi maliyetidir. Ancak tedavi maliyetinin ilaç maliyetinden başka laboratuvar incelemeleri, vizite ücreti, hekim ile hastanın kaybettikleri ve yan etki maliyeti gibi unsurları da içerdiği unutulmamalıdır. Günümüzde, basamak tedavisi yerine bireyselleştirilmiş tedavi kullanılmalıdır. Bireysel tedavide, ilaçların yan etkileri ve hipertansiyona eşlik eden hastalıklar gözönünde tutulur. Genel olarak, bu ilaçların antihipertansif etkinlikleri birbirine benzer ve hastaların yaklaşık % 5-10´u verilen ilacı, yan etkisi nedeni ile bırakmak zorunda kalır. Tedaviye ikinci bir ilaç eklenmesi söz konusu ise uygun kombinasyon seçilmelidir. Tedaviye tek ilaçla başlanmış ise tedavi değiştirilmeden (ciddi yan etki yok ise) önce, 4-6 hafta beklenmelidir. Tedavi değişikliği, doz artırımı veya ikinci ilaç eklenmesi şeklinde olabilir. Şiddetli hipertansiyon (Diyastolik kan basıncı 130 mmHg´dan fazla ise) veya hipertansiyona bağlı ciddi organ fonksiyon bozukluğu var ise, tedaviye birden fazla ilaçla başlanabilir. İlaç seçiminde, "yeni ilaçların eski ilaçlardan daha iyi olduğu" düşüncesi, her zaman doğru değildir. Yeni ilaçların reklamı daha fazla yapılmaktadır. Unutulmamalıdır ki, iyi ilacın reklamı olmaz.İlaç seçimi, kesinlikle bir doktor tarafından yapılmalıdır. Tedavide başarısızlık Birçok hastada, önerilen tedaviye rağmen kan basıncı kontrol altına alınamaz. Hipertansiyon tedavisinde değişiklik yapmadan önce, tedavide başarısızlığa yol açabilecek nedenler, gözden geçirilmelidir. Tedavide başarısızlığa yol açan nedenler : 1. Tedaviye uyumsuzluk 2. İlaçla ilişkili nedenler 3. Hasta ile ilişkili durumlar 4. Sekonder hipertansiyon 5. Sıvı fazlalığı 6. Yalancı hipertansiyon Sık Yapılan Hatalar 1. Her kan basıncı yüksekliğinde dil altı nifedipine (turuncu kapsüller) çiğnemek. Dil altı nifedipine sadece acil durumlarda kullanılmalıdır. Her kan basıncı yükselmesi acil durum değildir. Dil altı nifedipine kan basıncını hızla ve kontrolsuz düşürerek istenmeyen sonuçlara (felç, kalp krizi, ölüm vb.) yol açabilir. 2. Tansiyon düşürücü ilaçları bir süre kullanıp bırakmak. Birçok hasta, ilaçlarla kan basıncı kontrol altına alınınca ilacını bırakır. Hipertansiyonun büyük olasılıkla ömür boyu hastaya eşlik edeceği unutulmamalıdır. İlacın bırakılması, hipertansiyonun vücuda zarar vermesine yol açar. 3. Birçok hastada mevcut olan "vücut ilaca alışır, ilaç yan etki yapar, ilaç bağımlılık yapar" şeklindeki düşünce kesinlikle yanlıştır. Hastaya en büyük zararı kontrolsuz hipertansiyon verir. 4. İlaç kullanan hastaların ilaçsız tedaviyi ihmal etmeleri. İlaçsız tedaviye dikkat edilmezse antihipertansif ilaçların da etkisi çok azalır veya ortadan kalkar. 5. Hipertansiyon tedavisi ancak sağlıklı bir hasta-hekim ilişkisi ile mümkündür. Hasta sorumluluklarını yerine getirmez ise doktor doktor dolaşmasının hastaya bir yararı yoktur. 6. Hipertansiyonun çok yaygın bir hastalık olması, kamuoyu ve medyanın da ilgisini çekmiştir. Gerek kamuoyu gerekse medyada hipertansiyon konusu çok konuşulmakta ve bu konuda uzman olmayan kişilerin de fikirleri yansıtılmaktadır. Hastalar, yetkisiz ve bilgisiz kişiler tarafından eksik ve yanlış bilgilendirilebileceklerini unutmamalıdır. 7. Komşu veya arkadaşın tavsiyesi ile ilaç alınması ciddi zararlara yol açabilir. 8. Hastalar kendilerini rahatsız eden baş ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı gibi yakınmalar ortadan kalkınca tedaviyi gevşetebilirler. Tedavide, amacın sadece hastayı o dönemde rahatsız eden baş ağrısı, nefes darlığı, çarpıntı gibi yakınmaları gidermek değil, aynı zamanda hedef organ hasarını önleyerek veya geri çevirerek kalıcı sakatlık ve ölümleri azaltmak olduğu unutulmamalıdır. 9. Daha önce kullandığı tedavinin etkisiz olması durumunda, doktora giden hasta, genellikle ilk ilacı etkisiz diye bırakarak yeni bir ilaç kullanmaya başlar. Tedavinin başarısız olduğu durumlarda, genellikle tedaviye ikinci bir ilaç eklenmelidir.Bu hatada, hastanın doktorunun da payı olabilir. 10. Kullanılan ilacın ismini hatırlamamak veya doktora giderken ilaç kutusunu yanına almamak. 11. Kan basıncı değerlerinin kaydedildiği formları, doktora giderken yanına almamak. 12. "Bünyem, yüksek tansiyona alışmış" deyip hipertansiyonu ciddiye almamak. 13. Kan basıncı yüksekliğini sadece strese (gerginliğe) bağlayıp tansiyon ilacı kullanmamak. 14. "Ben tansiyonumun yükseldiğini hissediyorum" deyip yakınma olmayan zamanlarda kan basıncını ölçtürmemek. Bunun iki sakıncası olabilir; 1. Kan basıncı hastanın bir yakınması olmamasına rağmen yüksek olabilir. 2. Hastanın kan basıncı yüksekliğine bağladığı yakınmaları, başka hastalığa bağlı olabilir. 15. Kan basıncı kontrol altına alınan bir hastanın ilacı bırakarak "kan basıncı yeniden yükselecek mi" diye deneme yapması. Antihipertansif ilaçlar bırakılsa bile kan basıncını düşürücü etkileri, bir süre daha devam eder. Hastada geçici hipertansiyon yok ise, ilaç bırakılınca kan basıncı bir süre sonra kesinlikle yeniden yükselecektir. İlaç kesilmesi ve doz değişikliği kesinlikle doktor tarafından yapılmalıdır. 16. Muayeneye gelen veya tahlil için kan verecek hastanın o gün ilacını almaması. Hipertansiyonu olan hastalar, tahlil için aç kalmak zorunda olsalar bile çoğu zaman çok az su ile tansiyon ilaçlarını alabilirler. 17. "İlacın bitmesi, muayeneye kısa bir zaman kalması" gibi nedenlerle ilaç tedavisine kısa süreli bile olsa kesinlikle ara verilmemelidir. 18. Hipertansiyon tedavisinin sakinleştirici ilaçlar ve Sarımsakla yapılması, tansiyon düşürücü ilaç kullanımından kaçınılması. 19. Sadece büyük tansiyonla ilgilenmek

About This Blog

  © Blogger template 'Tranquility' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP